SAHİH-İ MÜSLİM

Bablar Konular Numaralar  

İLİM BAHSİ

<< 2665 >>

NUMARALI HADİS-İ ŞERİF:

 

1 - (2665) حدثنا عبدالله بن مسلمة بن قعنب. حدثنا يزيد بن إبراهيم التستري عن عبدالله بن أبي مليكة، عن القاسم بن محمد، عن عائشة. قالت:

 تلا رسول الله صلى الله عليه وسلم: {هو الذي أنزل عليك الكتاب منه آيات محكمات هن أم الكتاب وأخر متشابهات، فأما الذين في قلوبهم زيغ فيتبعون ما تشابه منه ابتغاء الفتنة وابتغاء تأويله، وما يعلم تأويله إلا الله. والراسخون في العلم يقولون أمنا به كل من عند ربنا، وما يذكر إلا أولوا الألباب} [3 /آل عمران /7]. قالت: قال رسول الله صلى الله عليه وسلم "إذا رأيتم الذين يتبعون ما تشابه منه، فأولئك الذين سمى الله، فاحذروهم".

 

{1}

Bize Abdullah b. Mesleme b. Ka'neb rivayet etti. (Dediki): Bize Yezîd b. İbrahim Et-Tüsterî, Abdullah b. Ebi Müleyke'den, o da Kasım b. Muhammed'den, o da Âişe'den naklen rivayet etti. Şöyle demiş: Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ;

 

«7- Sana bu kitabı indiren O'dur. Bunun ayetlerinden bir kısmı muhkemdir ki, bu ayetler, kitabın anası (aslı) demektir. Diğer bir kısmı da müteşabih ayetlerdir. Kalblerinde kaypaklık olanlar, sırf fitne çıkarmak için, bir de kendi keyflerine göre te'vil yapmak için onun müteşabih olanlarının peşine düşerler. Halbuki onun te'vilini Allah'dan başka kimse bilmez. İlimde uzman olanlar, "Biz buna inandık, hepsi Rabbimiz katındandır." derler. Üstün akıllılardan başkası da derin düşünmez.» [Al-i İmran 7] okudu. Âişe demiş ki: Resülullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

 

«Kur'ân'ın müteşabihlerine tâbi olanları gördüğünüz vakit, onlardan sakının. Onlar Allah'ın ad verdiği kimselerdir.» buyurdu.

 

 

İzah:

Bu hadîsi Buhârî «Âl-i İmran Sûresinin tefsiri» nde; Ebû Dâvud «Sünnet» bahsinde; Tirmizî «Kitâbu't-Tefsir»'de tahric etmişlerdir.

 

Âyet-i kerîmenin ne sebeple indiği ihtilaflıdır. Bâzıları îsa (Aleyhisselâm) hakkında Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile mücâdele edenler için nazil olduğunu; bir takımları da bu ümmet için indiğini söylemişlerdir. îkinci kâvil daha makbul görülmüştür.

 

Muhkemle mütesâbihin tarifi hususunda müfessirlerle Usûl-ü fıkıh ulemâsı arasında ihtilâf vardır. İmam Gazali «El-Müsteşfa» adlı eserinde şunları söyler: «Tesiri hakkında şâri tarafından bir izah vârid olmadığı zaman muhkemi lügat ulemâsının bildiği yolla ve lâfzın vaz'ı yönünden tenasübüne bakarak tefsir etmek gerekir. Müteşâbih, sûrelerin başlarındaki mukatta' harflerdir. Muhkem ise bundan geri kalanlardır, demek buna münasib düşmediği gibi, muhkem: îlimde rusûhu olanların bildiğidir. Müteşâbih ise yalnız Allah Teâlâ'nın bildiği sözdür ve keza muhkem: Va'd, tehdîd. helâl ve haramdır. Müteşabih ise, kıssalarla emsâldir sözü de buna münâsib değildir. Bu sonuncusu kavillerin ihtimalden en uzağıdır. Sahih olan şudur ki. muhkem iki mânâya gelir. Birinci mânâsı açık. kendisine

işkâl ve ihtimal ârız olmayan sözdür. Müteşâbih ise. kendisine ihtimal arız olan demektir. İkincisi muhkem; Tertibi muntazam olup. ya zahiren vahut te'vil suretiyle mânâ ifâde edendir. Müteşâbih ise kur', nikâh akdi elînrie olan ve lems gibi müşterek isimlerdir. Kur' : hayız!a temizlik arasında müşterektir. Nikâh akdi elinde olan tâbiri veli ile zevc; arasında, lems de cinsi münâsebet ve elle dokunmak arasmda müşterektir.» Usûl-ü fıkıh ilmine göre muhkem nesh ihtimâlinden hâli olduğu için kuvvetçe müfesserden ziyâde olan sözdür. Müteşâbih ise ümmet için muradın ne olHueunu bilme ümidi kalmayan sözdür. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem). Allah'ın bildirmesi ile mânâsına muttali olabilir.

 

Ulemâ râsih yâni derin âlimlerin müteşâbihi bilip bilemiyeceğinde de ihtilâf etmişlerdir. Bâzıları derin âlimlerin müteşâbihleri bildiğine kail olmuşlardır. Onlarca âyetteki ilim kelimesi üzerinde vakfedilir. Ve mânâ şöyle olur: 'Halbuki onun te'vîlini ancak Allah ve bir de ilimde rusûhu olanlar bilir. Diğer bir takım ulemâya göre müteşâbihlerin mânâsını Allah'dan başka kimse bilmez. Derin âlimler bunların karşısında sâdece iman ettik, hepsi Rabbimiz nezdindendir, deyip geçerler. Onlara göre âyette vakıf «İllallah» kelimesindedir. Nevevi birinci kavlin esah olduğunu söylemiş: «Derin âlimler müteşâbihîerin mânâlarını bilir. Çünkü mahlûkâtmdan hiç birinin anlamasına imkân olmayan bir söze Allah'ın kullarını muhatab tutması ihtimalden uzaktır. Bizim ulemâmızla diğer bir takım muhakkiklar Allah Teâlâ'nın faydasız söz söylemesi imkânsız olduğuna ittifak etmişlerdir.» demişsede Nevevî'nin bu sözü söz götürür. Çünkü müteşâbihlerin mânâsını bu ümmet anlayamaz diyenler onların hâşâ nahak yere indirildiğine, faydasız olduklarına kail değildirler. Müteşabih âyetlerin ulemâyı imtihan etmek, namazda okunmak, ibâdet ve sevap niyetiyle okumak gibi, birçok faydaları vardır. Bunları kulların anlaması şart değildir. Çünkü hiç biri ahkam âyeti değildir. Ulemânın ekserisine göre müteşâbihlerin mânâları anlaşılmaz. Ashab-ı kirâm'dan Sultanu'l-Müfessirin Hz. İbnü Abbâs ile Abdullah b. Ömer, Übey b. Ka'b, Hz. Âişe, İbni Mes'ud, Urve b. Zübeyr, Ebu'ş-Şa'sâ', Ebû Nehîk ve diğer birçoklarıyla Halife Ömer b. Abdi'l-Aziz'in mezhebleri budur. Bu kavli İbni Cerîr taberi İmam Mâlik 'den de rivayet etmiştir. Hanefîler'in mezhebi dahi budur.

 

Zeyğ: Şüphe ve sapıklık demektir. Kalblerinde şüphe ve sapaklık olanlardan murad; bid'at fırkalarıdır. İslâm'da ilk bid'at fırkasının Haricîler olduğu söylenir. Bunlar Hz. Ali zamanında meydana çıkmış, sonra birçok dallara ayrılmışlardır.

 

Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

 

«Ümmetim yetmişüç fırkaya ayrılacaktır. Bunların bir tanesi müstesna olmak üzere hepsi cehennemi boylayacaktır.» buyurmuş.

 

— Bu bir fırka kimdir yâ Resulallah? diye sorulunca :

 

«Benim ve ashabımın yolunda bulunanlar!» cevâbını vermiştir. Hadîs-i Hâkim «Müstedrek»'inde tahric etmiştir. Bu dalâlet fırkaları hakikaten fasit fikirlerini terviç için müteşâbih âyetlere tâbi olmuşlardır. Çünkü bu âyetleri tahrif imkânını bulmuşlardır. Hadîs-i şerif fitne çıkarmak için müşkil ve müteşâbih âyetlere tâbi olan sapık bid'atçılarla düşüp kalkmayı men etmektedir.